Düşünce, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğidir. Tabiatta yaratılmış olan her canlının, bitki ve hayvan dâhil, bir ömrü olduğu gibi yaratılmışların ve yaratılmışlar eliyle yapılmış her eşyanın da bir ömrü vardır.
Ömürlü olmak, eşyanın tabiatında olan bir haldir. Ömürsüz olan ancak yaratılışı kendisinden olan, ezeli ve ebedi olan, her daim diri olan, doğmamış ve doğurulmamış olan, hayatı, ölümü yaratarak kâinata ve yarattıklarına bir düzen, bir ahenk tayin eden Allah’tır.
Düşünen insanın düşünme şekli, zamanla felsefe ilminin oluşmasını sağlamış. Modern akıl felsefeyi zamanla parçalarına bölerek sosyoloji ve psikoloji adında iki alt bilim dalı ihdas etmiştir.
Oysa felsefeyle bir anlam bütünlüğü arayışında yaşayan insan yaşadığı akıl tutulması sayesinde, sosyolojiyle toplumları, psikolojiyle bireyleri önce sorgulamaya, sonra incelemeye, sonra da istediği doğrultuda sevk ve idare ederek yönlendirmeye çalışmıştır. Bu durumda ilahi irade tarafından hür ve müstakil yaratılan insanlığın kontrolünü bireyden, topluma varıncaya kadar azgınlaşan insan kendi kontrolüne almıştır.
İnsanlığın kontrolünü eline alan beşeri düşüncenin, bu süreçteki amacı insanı yaratıcı ve otorite sahibi olan tek bir ilaha karşı sorumlu olmaktan uzaklaştırıp kendi boyunduruğu altına almak olmuştur.
Ortaya çıkan bu durum zafiyet içerisinde olan azgın beşerin kendi ilahlığını ilan etmesine yol açmaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde felsefeyle düşünme yeteneğini geliştiren, iyi olanla, kötü olanı sorgulayarak ayrıştıran; evreni, yaratılışı düşünce planında kavramaya çalışan insan Resuller ve Nebiler vasıtasıyla düzenli olarak vahiyle beslenmiştir
Âdem’i as. yaratan, ona eşyayı öğreten, sonra gelen nesilleri ihmal etmemiş ilim ve hikmeti, insanın faydasına olan bilgiyi, sağlıklı düşünme yeteneğini kullandırarak, ilim ve hikmetle destekleyerek sahipsiz bırakmamıştır.
İlim ve hikmeti kuşanan toplumlar tarihte iz bırakan medeniyetler kurabilmişken, hikmetten mahrum ilim, irfan toplumları eşyayı tahrif yoluna giderek istikametten şapmış ve zulüm toplumlarına dönüşmüştür.
Tarih olarak bize sunulan okuduğumuz bilgilere baktığımızda, insan hikmetten; doğru, iyi ve kadim olan bilgiden uzaklaştıkça, ekini ve nesli tahrif etmeye başlamış böylece eline geçirdiği iktidarı ve gücü tanrılığını ilan etme cihetinde kullanarak Allah’a savaş açmıştır.
İlahi olanın bizim düşüncemize, felsefemize, sosyoloji ve psikolojimize müdahalesi vahiy üzerinden, vahiy aklıyla, vahyin beslediği kavram ve kelimeler yardımıyla olmuştur. İnsanın en zor zamanlarında yardımına yetişen vahiy böylece insanın istikametini korumasına yardımcı olmuştur.
Oysa Allah Âdem’i yaratıp, O’na eşyanın hakikatini öğreterek istikameti, doğru yolu göstermiştir. İlahi adaletin kulları için gösterdiği doğru yol ilim ve hikmetin beslemesiyle yürünebilecek tek yol müstakim, istikamet üzere olan yoldur.
Müstakim, istikamet üzere olan ve bizden yürümemiz istenen ilahi emir dışında dikkate alınan her yol ve yürüyüşün adı ifrat, ileri gitmek ya da tefrit, geri kalmaktır.
İnsanlık tarihi, peygamberler tarihidir. İyi ile kötünün mücadelesidir. Peygamberlerin mücadelesi insanın istikametten şaşmaması adınadır. Yoldan çıkmışlar ve yolda sapıtmışlardan olmamaktır. Tefrite düşmeden, geride kalmadan, ifrata girmeden, öne çıkmadan yürünerek varılacak yurdun adı Selamet yurdu olacaktır.