Eğitim, bireylerin doğumundan ölümüne kadar geçirdiği süre içerisinde gerçekleşen bir olgudur. En önemli süreci de okullarda gerçekleşen kısmı. Genellikle bütün ülkeler vatandaşlarının toplum standartlarına, inançlarına, değer yargılarına ve kendi kültürlerine göre yetişmeleri için belirli yaş aralıklarında örgün eğitim almalarını sağlamaktadır. Örgün eğitim bütün ülkeler için zorunludur. Zorunluluk süresi ise ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Örgün eğitim çoğu zaman devletin okullarında karmaşık bir kurumsal çerçeve ve yapı içinde gerçekleşmektedir. Bazı çocuklar özel okullarda eğitim alsa da genel de eğitim devletin okullarında gerçekleşmektedir.
Yazımın başlığında kullandığım “Devlet Versin” bir eğitimcinin kitabının adı. Bu kitap devlet okulunda öğretmenlik ve idarecilik yapan, ağır bir hastalık süreci yaşayan azimli bir o kadar da başarılı bir eğitimci Hacı Kaymaz’ın başından geçenleri konu edindiği bir çalışma. Ülkemizin eğitim sisteminin kanayan yaralarından birisi üzerine yoğunlaşarak ele aldığı bu eseri okuduğumda, yirmi yıla yakın eğitim camiası içerisinde yaptığım işlerden de yakinen şahitlik ettiğim mevzuların içinde buldum kendimi. Eğitim sistemimizin problemlerini sıraladığımızda belki de en önlerde gelen problemlerden biri devlet versin bakış açısı. Aslında bunu söyleyenler bir anlamda haksız da değiller yani.
Kanser hastalığı ile mücadele eden bir öğretmenin hayata bakış açısı ile ele alınan bu eser; eğitimcilerin, velilerin, idarecilerin velhasıl topyekûn eğitim camiasını ilgilendiren bir yönünü anlatmaktadır. Önce öğretmen, daha sonra yönetici gözüyle; köyden şehre, öğrenciden veliye, aileden arkadaşa doğru süregelen olaylar ele alınırken topluma rehber olacak, kapsamlı bir yaşam silsilesinin yansımasına şahit olacağınız bu eserde yazar Hacı Kaymaz milletimizin birçoğunun zihnine yerleşmiş olan “Devlet Versin” düşüncesi karşısında, eğitim neferleri olan öğretmenlerin, okul müdür ve yardımcılarının ortaya koyduğu mücadele ve azmi anlatmaktadır.
Gelelim “Devlet Versin” den ne kastettiğimize. Okul çağına gelen çocuğu olan aileler çocuklarını devlet okuluna gönderdiklerinde eğitimin bedelsiz olduğu ve her devletin vatandaşlarını eğitmek zorunda olduğu düşüncesinden yola çıkarak okula bir katkı vermeye yanaşmamalarından kaynaklanan bir durum. Aileler, genel olarak okulların bütün ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığını zannetmektedirler. Oysaki devlet binayı yapıyor, içine öğretmeni atıyor, çocuklara bedelsiz kitap veriyor ama okulun bakım ve onarımına, eğitim öğretim süreci içerisindeki bazı ihtiyaçlarına karışmamaktadır. Bunların başında da okullarda çalışan temizlik ve güvenlik personeli gelmektedir. Aslında bu kısım okul idarecisi açısından okulun en büyük yüklerinden birisi. Son yıllarda İşkur üzerinden devlet her okula bir personel sağlasa da pek tabii herkes tarafından anlaşılacağı gibi koca okulun temizliği bir kişi ile olması mümkün değil. Okullardaki öğrenci mevcuduna göre okul idarecileri personel çalıştırmaktadır. İşte dananın kuyruğunun koptuğu yerde burası. Okul idarecisi bu personellerin giderlerini nasıl karşılayacak. Bunun bir kısmını okul servisçisinden ve okul kantincisinden kantin kira geliri olarak karşılıyor. Geri kalanı içinde velilere rücu etmek durumunda kalıyor mecburen. Veliden okul kaydı zamanında bağış talep ediyor. İmkânı olan veliler veriyor. Olmayanlar veremiyor. Bazen olmasa da okul idaresi bulup buluşturmasını vermesini talep ediyor. Kimi veliler imkânı olsa da vermek istemiyor ve ağızlarından şu sihirli cümle çıkıyor. “Ben yeterince vergi veriyorum, Devlet versin”
Gerçekten devlet versin mi? Vermesin mi? Tartışılması gereken nokta burası. Eğitimciyi ve okul idarecisini veli ile karşı karşıya getirmek doğru bir davranış şekli değil. Üstelik bakanlığın en üst seviyesindeki yetkililer, her eğitim dönemi başında velilerden bağış almanın yasak olduğunu ekranlar karşısında haykırıyor bu haykırış bile işin bir başka açmazı. Madem bağış yasak, veliden katkı istemek yasak ya da veli vermek istemiyor bu işleri okul idaresi nasıl çözecek. Sadece okulun binasını yapmakla ve öğretmen göndermekle iş bitmiyor. Asıl iş eğitim süreci içinde herhangi bir sorun çıkmadan yılı tamamlayabilmek ise bu süreçteki ihtiyaçları da devlet karşılamalıdır. Eğer devlet karşılamayacak ise karşılanacak yolu yöntemi ortaya koymalıdır. Ya yerel yönetimlere bu işi havale edecek, ya da bütün velilerde zorunlu olarak belirli bir katkı payı talep edecek. Okul idarecisini veli karşısında polemiğe itmek ya da okul idaresini dilenci gibi iş adamı vs. pozisyonundaki insanlar karşısında boyun eğdirmek doğru bir yöntem olmadığı gibi hoş bir durumda değildir. Aslında bu işin en mantıklı çözüm noktası yerel yönetimler ile iş birliği yapılması. Zira yıl içerisinde sağda solda görüyoruz boş arsaları, sokakları temizleyen belediye adına çalışan temizlik işçilerini. Bu temizlik işçileri hafta içi okullarda görevlendirilebilinir. Tabii okulların sadece temizlik ihtiyacı yok. Bakım ve onarımları, yıl içinde kırılan dökülen yerlerin tamiri, kırtasiye ihtiyaçları vs. oluyor. Şimdi okul-aile birlikleri var bunlar bu işi çözsün denilebilinir. Zaten şu anda bu işin çözümünü onlar yürütüyor ama yük yine de okul idarecisine biniyor. Okul müdürü işin bir parçası olunca bu meseleler ile çok ciddi yoruluyor. Haliyle de eğitimin kalitesine çok fazla eğilemiyor.
Bu konuda bir çözüm yolu da şöyle olabilir. Her ilde il milli eğitim şube müdürlerinden bir tanesi okulların ihtiyaçları ile ilgili alandan sorumlu yapılabilir ve onun yardımcısı olarak her ilçe de de bir şube müdürü görevlendirilebilinir. Okul idaresi veya aile-birliği ihtiyaç listesini çıkartır bu şube müdürü ile paylaşabilir, ildeki müdürü ile birlikte yaz tatili sürecinde bu ihtiyaçların giderilmesi ile ilgili ilde bulunan OSB’ler, İş adamları dernekleri, ticaret ve ziraat odaları, yerel yönetimler vs. hepsi ile istişare ederek onların destekleri ile bu ihtiyaçlar karşılanabilir.
Toplum her zaman şunu düşünür dolaylı dolaysız benden bir sürü vergi alan devlet, eğitimi de zorunlu tutuyorsa eğer okulun ihtiyaçlarını da karşılasın, vatandaşın bu beklentisi gayet masumane bir taleptir. Bu talep doğrultusunda da “Devlet Versin” mantığı ortaya çıkıyor. Aslında eğitim alanı hiç şüphesiz bütün ülkeler için en önemli alan dolayısıyla devlet bu konu da daha donanımlı ve hassas davranmalıdır. Eğitim sistemimizin onlarca sorunu var. En kritik sorunlardan biri de okulun sevk ve idaresi. Belki başarılı okul idarecileri bu sorunu veliler çok hissetmese de bir şekilde çözüyor. Okul idarecileri, okulun sorunlarının üstesinden nasıl geliyor bir de onlara sormak lazım. Bir dokunduğunuzda binlerce ah işitmeniz içten bile değil.
İşte bir eğitimcinin özveri ve inançla harmanlanmış çalışma şevkini, şartlar ne olursa olsun, inandıktan sonra bütün olumsuzlukların kademe kademe aşılacağını bu kitapla ortaya koyan Hacı Kaymaz hocamız da meslektaşları arasında çok ciddi başarılara imza atabilmiş birisidir. Yaşadığı kritik hastalık bile onu yıldırmamış. Velilerin “Devlet Versin” mantığına rağmen yöneticilik yaptığı okullarda en ufak bir soruna yol açıcı bir durumla karşılaşılmamış. Bütün sorunları kendi geliştirdiği yöntemlerle çözüme kavuşturmuştur. Başarıları nedeniyle ilçe milli eğitim tarafından sürekli ödülle taltif edilmiştir. Yazdığı kitap bütün eğitim camiası için başucu niteliğinde olduğunu belirtmek isterim. Başta eğitimciler olmak üzere bütün herkesin okuması gereken bir kitap.
Başarılı bir eğitimin önemli faktörlerinden birisi sayılan okul sevk ve idaresi, fiziki sorunların izole edilmesi, okulların sosyal donatılarının karşılanması işin ekonomik boyutudur. İşte bu ekonomik boyutun enine boyuna tafsilatlı bir şekilde izah edildiği “Devlet Versin” kitabı ile bütün bu yönleri en güzel şekilde örnek yaşanmışlıklar ile kaleme alan Hacı Kaymaz hocamı kutluyor ve hayatı boyunca başarılar diliyorum. Rabbimizin kendisine hayırlı, bereketli ve uzun ömürler vermesini temenni ediyorum.