İnsan’ın toplumsal düzen içerisinde etkili bir faktör olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Ama bu demek değildir ki, insan toplumun iradesiz bir uydusudur.
İnsan ve Toplum Kaynaşması:
İnsan ve toplum, böylece kendi iç dinamizmi yanında; diğeriyle de son derece sıkı bağlar kurarak varlığını devam ettirir.
insan ve toplumun birbiriyle etkileşimi, tesadüfi ve körü körüne bir ilişki olmayıp; insan ve toplum varlığının, ayrı ayrı fonksiyon gören farklı birer gerçek varlık oluşuyla ilgilidir.
İnsan’ın toplumsal değerleri yaşatması ve toplum bütünlüğünü koruması, son derece önemli bir görevdir. Ama, bu konu; toplumsal yozlaşma ve çözülme dönemlerinde toplumdaki yanlış gidişe veya eğilimlere uyması manasında anlaşılmamalıdır.
Toplumsal çözülme, sosyolojik bir vakıadır ve hemen her toplumun başına gelebilecek olaylardandır. İnsan enerjisi, hep aynı şekilde devam etmeyeceği gibi; toplumsal dinamizm de canlılığını sürekli muhafaza edemez. Bu konu, insanın eğilim ve yaşama felsefesi ile ilgili bir konudur.
Değer ve fikir alanında meydana gelen değişimler sayesinde insan ve top lum yapısında farklılaşmalar meydana gelir.
Toplumsal çözülme, işleyen bir düzenin fikri ve ahlakı kurallar alanındaki düzenli yapısını kaybetmesi demektir. Olay, tamamiyle fikir, inanç ve ahlak gibi manevi alanlarda meydana gelmektedir.
Toplumsal çözülmenin ilk başlangıcı, kişi ve topluma yönlendiren değerlere olan ilginin ve duyarlılığın azalması ile kendini göstermektedir
Toplumsal çözülmenin etkisi, çok kuvvetli bir değer irkilmesi ve uyanması fark edilmediğinde, hızlanır ve olumsuz noktaya doğru gidebilir. Çaresi, çözülmeye yol açan inanç ve kanaatlerin tamiri ve yeniden inşasıdır.
Aslında bu tür sosyal operasyonlar ile, medeniyetimizin geçmiş dönemdeki yozlaşmalarına çare bulunmuş; gönül ve ahlak önderlerinin desteğiyle, toplumsal sıkıntı ve bunalımlar büyümeden önlenebilmiştir.
Toplumsal çözülmenin başlaması:
Günümüzdeki bunalım, olgunlaşmamış bir kişilik ve yaşama tarzından kaynaklanmaktadır. Bu olgunlaşma sistemden veya yaşama felsefesinin yetersizliğinden de gelebilir; kişilerin tutarsız veya iradesiz hareketlerinden kaynaklanabilir.
Bu noktada, iki tavır kendisini belli etmektedir: Bunlardan biri, inandığı ve benimsediği hayat felsefesi ile mutlu ve barışık bulunan geniş halk yığınlarıdır. İkincisi ise, İslam’ı bir yaşama tarzı olarak benimsemekle birlikte; çeşitli mevki, ekonomik imkan ve içinde mevcut yaşama tarzı ile kendi hayat felsefesi arasında çelişkiler gören grupların varlığıdır
Diğer kesimlerde, genellikle yaşama felsefesi konusunda bir yığın çelişki ve farklılık yaşanmakta ve çeşitli ideolojileri benimseyenler arasında çok sayıda fraksiyon kendini göstermektedir.
Yaşama felsefesi konusunda sabit bir çizgi takip edenler; İslami değerler çerçevesinde hayatı yorumlayan ve bu anlayışı bir sistem noktasına ulaştırma çabasında bulunanlardır.
Sistem ve yaşama felsefesinin teorik yönünde olmayan sıkıntı, onun yaşanabilirliği veya temsil edilmesi konusunda önemli bir boyutta kendini göstermektedir.
İnsanlar, kısa vadeli menfaat ve kazançlardan kolay kolay vazgeçemedikleri için; hem kendileri ve hem de içinde bulunmuş oldukları topluma karşı samimiyetsiz bir duruma düşmektedirler.
Türkiye’de de inançları ve düşünceleri çerçevesinde bir yaşama felsefesi oluşturma çabaları; zorluklar veya çözülmesi zor problemler karşısında bazı grupları; benimsediği değerleri özümseyememe veya sahte değerleri benimseme noktasına getirmektedir.
Bu değerler ile hayatın yeniden idraki ve geleceğe hazırlanmak, belki de yapılabilecek en anlamlı ve tutarlı bir tavır olacaktır.