Geçmişten günümüze bilinen her kültür ve dinde zaman ve mekânlar arasında büyük çeşitlilikler gösteren Müzik, beyindeki birçok bölgeyi aktive eden toplumların kültürel yapısının bir öğesini olan sanat dalıdır. Kısaca insanın tabiata eklediği uyumlu sesler manzumesidir desek yanlış olmaz.
İlk insanın eline aldığı bir taşı başka bir taşa vurarak ya da kemikleri birbirine vurarak çıkardığı seslerden ortaya çıkan müzik zamanla birçok evreden geçerek gelişmiştir. İnsanoğlunun ilk çalgısını rüzgârda çeşitli sesler çıkartan sazlıkları gözlemleyerek yapmıştır. Buradan yola çıkarak ilk üflemeli çalgısını sazlıklardan, ilk vurmalı çalgısını da hayvan derisinden yapmıştır. Kamışları kesip üzerlerine delikler açan insanoğlu ilk melodilerini böyle üflemeye başlamıştır. Yaylı ve tuşlu çalgılara uzanan milyonlarca yıllık bir serüven sonucunda müzik bugünkü modern halini almıştır. Elbette müziğin bu doğuş yolculuğu uzunca bir evreyi kapsamaktadır. Klasik sesler üfleme gayretinde olan insanoğlu bugünkü modern müziğe ulaşması tarihi bir süreci ortaya koymaktadır. Müziğin gelişmesiyle birlikte toplumsal kimlikte gelişen müzik çerçevesinde şekillenmiş ve kimi zaman değişime uğramıştır.
Müziğin icadı M.Ö. 82 bin ilâ 43 bin yıllar arasına doğru gider o günkü müzik ve ritmin genel olarak dini ritüeller için kullanıldığı bilinmektedir. Yunan mitolojisinde Zeus’un ilham meleklerinin olduğu, isimlerinin muse olduğu ve ika (dil) ekiyle birlikte zamanla müzik olarak değiştiği rivayet edilmektedir. Afrika’da kabilelerin, Orta Asya’da şamanların ritim ile dini ritüeller düzenledikleri bilinmektedir. İlk müzik çalgılarının Mısır, Orta Doğu ve Anadolu’dan çıkarak batıya doğru uzandığına dair bilimsel veriler elde bulunmaktadır. Kökeni Orta Asya’ya dayandırılan saz, Hititler döneminde de kullanıldığı bilinmektedir. Sümerler ve Hititler dünya kültürüne önemli birçok katkılar yaparken müzik sanatının da kapılarını açmışlar ve gelişimine katkı sunmuşlardır.
Müziğin insan gelişiminde de büyük katkıları olduğu bilinmektedir. Dopamin ve serotonin gibi hormonların salınımını artırarak beyin gelişimine katkı sunan müzik çocukların dil gelişiminde de önemli rol oynamaktadır. Müzikteki, sesleri ve sözleri tekrarlamaya çalışan çocuğun kelime dağarcığı da gelişir. Hayatın her döneminde, müziğin; eğlenme, dinlenme, eğitim ve haz aracı gibi değişik duyguları tatmin etme ve dile getirme özelliğinin yanında bilimsel, sanatsal ve kültürel işlevleri olduğu bilinmektedir. Bu sebepledir ki, Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nde hastaları tedavi edebilmek amacıyla darüşşifalar oluşturulmuş ve bu Darüşşifalarda özellikle akıl hastalarının ve diğer hastalıkların tedavileri musiki makamlarından yararlanılarak yapılmaya çalışılmıştır. Bu yönüyle müzik insanlık sosyolojisinde ve psikolojisinde önemli bir yer almaktadır. Akıl hastalarını tedavi amaçlı yapılan darüşşifalara önemli örneklerden biri Manisa’da yapılan darüşşifa bir diğeri Sivas Divriği Ulu Camiinde Mengüceklilerin yaptırdığı Ulu Cami bitişiğindeki Şifahane. Divriği’deki şifahane mimarı tarafından muhteşem bir fikir geliştirerek yapılmıştır. Şifahanenin dört bir köşesi ve orta noktasında ses akustiği farklı şekilde yansıtılmış bu da hastanın hastalık derecesine göre tedavisinin yapılması sağlanmıştır.
Müziğin tarihini incelediğimizde klasik olarak ilk müziğin Afrika’da icat edildiği ve daha sonra çeşitli çalgılar yapabilmek için çeşitli materyaller kullanarak insan hayatının temel bir bileşeni hâline geldiğini ifade edebiliriz. Günümüze doğru baktığımızda müziğin meslek olarak tanımlanması Avrupa’da orta çağa denk gelmektedir. İlk yıllarda kilisenin yasaklamasından dolayı uğraş verilmeyen müzik Skolastik düşüncenin yıkılması ile birlikte serbest hale gelmiş, kişilerin müzisyenliği meslek edinmesi, toplumda davet ve düğünlerde kullanılmaya başlanmasıyla hızla yayılmıştır. Baktığımızda Anadolu’da da benzer durumla karşılaşırız. 16. yüzyılda kahvenin, Osmanlı topraklarına girmesiyle kahvehaneler çoğalmış ve buralarda toplanan halk arasında eğlence hayatı ve müzik yaygınlaşmıştır. Müziğin kitlelere yayılması ile Avrupa’da müziğin ilk temsilcileri Beethoven, Brahms, Mozart, Anadolu’da ise Itri, Dede Efendi ve Hacı Arif Bey olmuştur. Osmanlı Devleti’nde müziğin önemi, mehter takımlarının kurulup savaşlarda kullanılması ile daha da iyi anlaşılmaktadır. Bugün ülkemizde klasik müziğin öncüsü Cemal Reşit Rey’dir. Cemal Reşit Rey, çok iyi bir piyanist olmasının yanı sıra besteler de yapan üretken bir müzisyendir.
Müziğin ifade ettiği duygu ve fikirler, müziğin çalındığı ve dinlendiği durumlar, icra edenlere ve bestecilere yönelik tutumların hepsi bölgeler ve dönemler arasında farklılık gösterse de insanlar arasında ortak bilinç ve dayanışma oluşturur. Toplumsal birliğe hizmet eden müzik, bir sanat dalı olmasının yanı sıra toplumların değer yargılarının şekillenmesine katkı sunar. Kültürün en önemli bileşenlerinden biri olarak müzik, toplumların kültürel yapısının harcı temeli olmakta ve böylece toplumsal iklimi yansıtmaktadır. Bir sanat dalı olan müzik, bireyin kendini ve becerilerini geliştirmesi için bir araçtır. Müzikle ilgilenen kişi, diğer akademik, kültürel ve sosyal alanlarda daha başarılı olmakta, kendine olan güveni artmaktadır. Aynı zamanda müzik, bireyin sosyalleşmesini, dolayısıyla kültürleme yoluyla içinde yaşadığı topluma ilişkin aidiyet duygusunun gelişmesini sağlar.
Müziğin asıl gücü; insanı, bestecisinin hayal dünyasına sürüklemesidir. Gökle toprak arasında bir ahenk olan müzik evrene ruh verir, zihne kanat takar, hayalleri uçurur, kalpteki fazilet tohumlarını yeşertir ve kısaca her şeye hayat verir.
Müzik, Darüşşifa ve Kültür İnşası
Yazarın Son Yazıları
İlgili Yazılar