Osmanlı Devleti’nin bir çok önemli eksikleriyle de olsa Parlamenter rejime geçtiği 1877 yılından bu yana her ne kadar eksiklikler giderilmeye çalışılsa da sık sık sıkışan siyasi yapımız son yerel seçimlerin sonuçları sonrası esasında yeni bir sıkışıklık süreci daha geçirmektedir.
Aslında gerek siyasi yelpazedeki yerleri gerekse öne çıkardıkları ideolojileri ile alternatifleri bulunmasına karşı, günümüzün, buldukları imkanların fazlalığı nedeniyle çok oy alan, bu nedenle büyük parti yakıştırması ile beyinlerde yer edinen birkaç siyasi partimizin eline mahkum bırakılmış olmak, sonunda bu sıkışıklığa karşı çaresiz kalma sonucunu beraberinde getirmiştir.
Genel yapının bir önceki cümlemde izah ettiğim durumlardan kaynaklandığının farkına varmayıp, o büyük sayılan, esasında alternatifleri de olan, hatta yeni yeni alternatiflerinin de sahne alacağı çok da olağan görüldüğü bu ortamda, öne çıkmış siyasi partilerdeki birçok mevki sahibi , geldiği yerin ve konumun sanki kendi özellikleri ve çalışkanlığı sayesinde olmuşçasına hal ve tutum sergilemektedir. Bunun örnekleri çoktur. Düne kadar adı sanı duyulmamış, ne mektepli ne de alaylı diyebileceğimiz, siyasi bir eğitimi ve tecrübesi olmayan şahıslar, bir anda çok büyük illerde il başkanı , ilçe başkanı, belediye başkanı, milletvekili gibi siyasi mevkilerde hem de çok oy alan partilerde ya da o partiler sayesinde yer alabilmektedir. Kiminin babası siyasette özgül ağırlıklı, kiminin babası medyada söz sahibi, kiminin babasının parası var, kiminin de yükseklerde elinden tutan ama vefalı bir okul arkadaşı var.
Peki bunların doldurduğu alanın dışında kalanlar kimler. Elbette aralarında çok daha bilgili, çalışkan, yetişmiş, vatanperver, dürüst ve teşkilatçı diye bilinen, halkta karşılığı olan isimlerin de olduğu geniş bir kesim.
Düne kadar arandığında telefonuna kendisi bakan, mesaj yazıldığında kendisi cevap veren, bayramda ve önemli günlerde kutlama mesajları gönderen siyasi kimlikler, sonrasında telefonlarını danışmanlarına verip halkla arasına mesafe koyar olmuşlar. Sonrasında siyasi sıkışıklık kaçınılmaz olmuş.
Bu siyasi sıkışıklığı ilk defa yaşıyor değiliz ancak önce siyasi sıkışıklıklarda çok ağır bedeller ödediğimizden yoğurdu üfleyerek yemek zorundayız. Askeri darbeler, muhtıralar, post modern darbeler, elektronik darbeler, kalkışmalar hep bu siyasi sıkışıklıkları fırsat bellemiştir.
Bakın son seçimde sonuçlar daha da sıkıntılı çıkabilirdi. Tamamen bir kaos ortamına sürüklenebilirdik. İran ve İsrail arasında çıkarılmak istenen bir savaş, belki de Rusya ile Ukrayna arasında çıkarılan savaşta başarılamayan bir anda namluların Türkiye’ye dönmesi hedefi için planlanmıştı. Şayet büyük bir kaos ortamına sürüklense idik bir anda çok büyük bedeller ödeme gibi bir durumla yeniden karşı karşıya kalabilirdik.
Şu an, Parlamenter sistem yerine Başkanlık sistemine geçmemiş olsa idik yine bu siyasi sıkışıklığın derinleşmesi kaçınılmaz olacaktı.
Başkanlık sistemi sayesinde bu siyasi sıkışıklık, şimdilik çok da dikkat çekmese de bundan sonrası için çok daha yapısal ve somut adımların atılması gerektiğini net bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bu da sağdan say 5, soldan say 5 kişi ve onların referansı ile oluşturulan yapılarla olacak şey değil.
Teknik olarak kişisel gelişim sürecinde yeteri kadar mesafe almış; genç, fedakar, vatansever, milletin değerleri ile ve kendisi ile barışık, idealist kadroların bir araya getirildiği yeni bir yapı bu siyasi sıkışıklık sürecinde halka bir ümit olacaktır.
Mevcutlar mı?
Onların ne çocukları, ne yeğenleri, ne eşleri, ne dostları, ne okul arkadaşları biter. Biri gider biri gelir. Bu devran böyle döner. Millet de böyle gördü, değerlendirdi ve sandıkta sözünü söyledi.
Demokratik rejimlerde milletin sözünün üzerine söz olmaz, nokta.