Türkiye’nin birçok noktasında çeşitli ziyaretlerde bulundum. Gittiğim yerlerde ülkemizin tarihi ve turistik yerlerini gezip görmeye çalışıyorum. Yine bir Anadolu turunda Sivas’a yolumuz düşmüştü. Sivas da tanıştığım, Sivas’ın tarihi geçmişi hakkında önemli bilgiler edinmiş ve kendini hizmete adamış olan Zühtü Hocam bana mutlaka Anadolu Selçuklular Döneminde yapılmış ve sanatıyla insanı büyüleyen Divriği Ulu Camiini görmemi söyledi. Ben de aracın yönünü Divriği istikametine çevirdim. Ulu Camiyi görünce iyi ki buraya gelip bu eseri görmüşüm diye çok sevindim. Eser Tadilatta olduğundan sadece dışarıdan görmek imkânımız oldu. Bu Cami hakkında değil birkaç makale yazmak ciltler dolusu kitap yazılsa yeridir.
Caminin büyüleyici mimarisine geçmeden önce Divriği Ulu Camiyi insanlara gönüllü olarak rehberlik hizmeti veren Mustafa Yıldırım Hocamızdan bahsedeceğim. Kendisi bu tarihi değer hakkında ciddi bilgiler edinmiş ve buraya gelen herkese hiçbir ücret talep etmeden gönüllü rehberlik ediyor. Eğer buraya yolunuz düşerse rehbersiz hele de Mustafa Yıldırım Hoca olmadan son derece kıymetli bir eser olan bu camiyi gezmeyiniz. Onun anlatımı ile caminin gerçek değerini daha iyi anlayacaksınız. Burada 2 şaheser ile karşılaşıyorsunuz. Cami ve bitişiğindeki Darüşşifa. Tarihte bir erkek ve kadının ortaklaşa yaptırttığı tek eser olarak da anılmaktadır.
Divriği Ulu Camii ve bitişiğindeki Darüşşifası Anadolu Selçuklu Devleti Zamanında Ona bağlı mütevazı bir beylik olan Mengücek Beyliği tarafından yapılmıştır. O dönemdeki Süleyman Sah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından cami kısmının yapılması emir verilmiş olup, aynı tarihte eşi Melike Turan Melek tarafından da şifahane bölümünün yapılması emir verilmiştir. Bu haliyle yapı, bir kadın ve erkeğin bitişik nizam da yaptırdığı tek eserdir. Eserin en büyük özelliği uzaktan bakıldığında simetrinin hâkim olduğu bezemeler, yakına gelindiğinde ve detaya inildiğinde asimetrinin hâkim olduğu fark edilmektedir. Bütünlüğü bozan hiçbir bezeme yoktur. 1228 tarihinde başlayıp 1243 tarihinde tamamlanan bu yapının Baş Mimarı Mugis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah’tır. Moğol İstilasından kaçarak ilme, ilim adamına, sanata ve sanatçıya değer veren Ahmet Şah’a sığınmıştır. Ahmet Şah’ta aynı dönemde aklında ve fikrinde olan böyle özgün ve ihtişamlı tek olabilecek bir eser bırakmak ve buna ek olarak Allah’a ve Rasûlü Hz. Peygamber Efendimize olan muhabbetini ve aşkını taşa işleyerek ebedileştirmek istemektedir. Ama bu arzusuna derman olacak birini aramakta iken, tabiri caizse gökte ararken yerde bulmuştur. Ve bulduğunda da bu eserin yapılmasını emretmiştir. Eser Anadolu Selçukluları zamanında yapılmasına rağmen o dönemdeki eserlerden sanatvarî ve mimarî anlamda çok farklı olarak İnşa edilmiştir. Bu farklılıklar fark edildiğinde de 1985 yılında UNESCO tarafından ‘Korunması gerekli Dünya Miras’ listesine alınmıştır. Eserde binlerce hatta on binlerce motif olmasına rağmen hiçbiri bir yerde kendisini tekrar etmez. Burada Baş Mimar kâinattaki varlıkların tekliğinden yola çıkarak Allah’ın birliğini ifade etmek için bu yönlü bir ilham ile tamamlanmıştır. Böylelikle Baş Mimar Kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde yer alışını taşa nakşederek gözler önüne sermiştir. Ayrıca Baş Mimar bu eserde “Gerçek Sanatçı” kendisinden önce var olanı bire bir taklit eden değil de kendisinden sonra taklit edilemeyecek bir eser bırakandır. Mesajını vermek istemiştir. Bu yönüyle de öncesi olmayan ve ilk olma özelliğine sahip mimari bir şaheserdir.
Caminin mimaride son noktayı gösteren üç ana kapısı bulunmaktadır. Birincisine Batı Kapı, Tekstil Kapı, Çarşı Kapı ve Gölge Kapı olarak anılmaktadır. Bu kapının birden fazla isminin olmasına rağmen en çok anılan ismi Tekstil Kapıdır. Kapı üzerindeki taş işlemeciliği zirveye çıktığı için bu isimle anılmaktadır. İkinci Kapı, Cennet Kapı, Kuzey Kapı, Kale Kapı, Giriş Kapı, Cümle Kapı diye isimlendirilmektedir. Bu kapı üzerindeki motiflerde de çok büyük manalar ifade eden motiflere yer verilmiştir. Üçüncü Kapı ise, Şah Kapı olarak isimlendirilmektedir. Sultan’ın Camiye giriş Kapısı olarak kullanılan bu kapı çok alçak yapılmış. Çünkü Sultan içeri girerken boynunu eğerek girsin, büyüklenmesin, kibrini ve gururunu kırsın diye bu şekilde düşünmüş mimar.
Camide bulunan bu 3 ana kapıda, kapı üzerine işlenmiş motifler ile beraber her bir kapıda ayrı ayrı özellikler bulunmaktadır. Şimdi bunlar hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağım.
1. Kapı Batı kapı, Tekstil Kapı, Çarşı Kapı veya Gölge kapı olarak anılmakla birlikte en çok önem çıkan ismi “Tekstil kapı” dır. Kapı üzerinde ince işlemeciliğin zirveye ulaştığı görülmektedir. Bir kilimi, seccadeyi anımsattığı için ve bayanların dantel örneklerini hat safhada sergilediği için bu ismi almıştır. Bu kapıda dikkatimizi çeken unsurlar kapının en zirve noktasında dışa çıkıntılı bir taş bulunmaktadır ki bu kapının kilit taşıdır. Aynı zamanda demircilerin simgesi güğüm başıdır. Orta kısımda lale ve lale yaprakları bulunmaktadır. Bu eserin tamamında lale motifi çok sayıda farklı şekillerde kullanılmıştır. Lalenin tasavvufta Allah’ü Teala’yı temsil eden bitki olması hasebiyle önemli bir yeri vardır. Çünkü lale tek bir tohumdan bir bitki olarak yetişir ve tekliği ifade eder. Mengücek Beyliği mütevazi bir beyliktir ama insanlığa ve dünyaya Allah’ın büyüklüğünü ifade edebilmek için böylesi bir eser bırakmıştır. Kapının üzerinde üç satırlık kitabede “Şehin Şah oğlu Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah’ın affına muhtaç aciz bir kul, adaletli melik bu caminin yapılışını Hicri 626, Miladi 1228 yılında emretti, Allah mülkünü daim etsin” ibaresi yazmaktadır. Kapının iç kısmında sağ ve solda yer alan sütunlar, denge sütunlarıdır. Sağ denge sütunun üzerinde Allah lafzı orijinal Arapça metni ile çepeçevre yazılırken, sol tarafındakinde ise yazı sitillerinden italik yazı tipiyle yazılmıştır. Yaz aylarında en net olarak mayıs ile Eylül ayı arasında ikindiden 45 dakika önce yani saat 15.30-16.00 arası bir gölge silüeti oluşmaktadır. Bu silüet önce Kur’an okurken, sonrasında namaz saati yaklaştığında ellerini bağlayan, kıyamda duran insan gölgesi şeklinde gözükmektedir. Bu gölge mimari bir oluşum olsa da tamamen evrensel mesaj verme niteliğindedir. Kapının dışında sağ tarafta çift başlı kartal, sol tarafta ise hem çift başlı kartal, hem de başı öne doğru eğik şahin kuşu bulunmaktadır. Çift başlı kartal Anadolu Selçukluları simgeleyen bir amblemdir. Gücü, kuvveti, asaleti ve özgürlüğü temsil eder. Başının Doğu ve Batı yönünde yapılmasının sebebi doğunun ve batının hâkimi Selçuklulardır. Başı öne eğik şahin ise Mengücek Beyliği’nin amblemidir. Mengüceklilerin Anadolu Selçuklularına bağlılıklarını ve saygılarını göstermek için şahinin başı öne eğik olarak taşa nakşedilmiştir. Aynı zamanda bir pençesi havadadır. Buda yapılan yanlışlık ve haksızlıklara karşıda gücünü gösterebileceğinin bir göstergesidir. Bu kapı sadece camiden çıkışlarda kullanılmaktadır.
2. Kapı ise kaleye baktığı için Kale Kapı, kuzeye baktığı içinde Kuzey kapı, cemaatin camiye giriş kapısı olarak kullanıldığından dolayı Cümle kapı veya Giriş Kapısı olarak, ancak en çok kullanılan ve en yakışan isim olarak Cennet kapısı olarak isimlendirilmektedir. Bu kapıya Cennet Kapı isminin verilmesinin sebebi bütün motiflerinde cennetin tasvir edilmesindendir. Adeta Kur’an-ı Kerim de geçen cennet ayetlerindeki cennet nimetleri taşa nakşedilmiştir. Bunlar güller, laleler, sarmaşıklar, bitkisel bezemeler ağırlıklı olmakla daha birçok cennet tasviri bu kapının üzerine taşlara nakşedilmiştir. Kapı adeta bir botanik bahçesi içerisinde cennet ve cennetin katmanları anlatılmıştır. Sağ taraf yıldız bordüründe “Adaletli Sultanın mutluluğu, egemenliği ve saadeti sonsuz olsun.”, simetrisinde ise Ayetel Kürsi’nin ilk ayeti “Allah’dan başka ilah yoktur, sadece O vardır.” İbaresi yer almaktadır. Tepe zirve noktasında yazan kitabede ise “Sultanü’l-Muazzama, halifenin yardımcısı Alaaddin Keykubat zamanında” yazmaktadır. Alaaddin keykubat Anadolu Selçuklu Hükümdarı, bu camiyi yaptıran beylik Ona bağlı olduğundan kendi bağlı olduğu hükümdarlığın başındaki kişinin ismini cennet kapısında yer vererek Mengücek Beyliği Alaaddin Keykubat’ı yüceltmiştir. Kapıdaki hayat ağacı motifleri ile sonsuzluğu yani ahiret hayatı anlatılmaya çalışılmıştır. Kapıda altında ateş yanan kazan motifleri ile cehenneme atıf yapılsa da Anadolu Selçuklulardaki bolluk ve bereket anlatılmaya çalışılmıştır. Kapının asıl ana kitabesinde dünyada eşi ve benzeri olmayan beş ana parçadan oluşmaktadır. Ve bu kitabede bitkisel bezemeler içerisinde “Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah’ın affına muhtaç, aciz kul 626 Hicri aylarının birinde caminin yapılmasını emretti” ifadesi yer almaktadır. Kitabenin başlangıç ve bitiş parçalarının sağ tarafına gül, sol tarafına bülbül motifi işlenmiştir. Gül ile Hazreti Peygamber Efendimiz simgelenmiş, bülbül ile ise, İlahi Aşk. Yani biz bu eseri Allah ve Rasûlüne duyduğumuz aşk için yaptırdık mesajı verilmeye çalışılmıştır.
Caminin 3. kapısı ise Doğu kısmında yer almaktadır. Şah’ın camiye giriş yaptığı nokta olarak yapıldığından Şah kapısı olarak isimlendirilmiştir. Bu kapının en önemli özelliği ise kapının boyunun insan boyundan küçük olması. Mimarın bu şekilde yapmasındaki sebep Şah’ın tevazusunu ve kulluk bilincini ortaya çıkartmak içindir. Şah’ın sadece Allah’ın huzurunda eğilebileceğini ve dünyalık ne varsa arkada bıraktığını sembol etmeye çalışılmıştır. Ahmet Şah için özel kapı yapılması suikast ve saldırılara karşı korunması içindir. Kapıdaki Kitabede “Mülk kahhar ve tek olan Allah’a aittir.” Ayeti kerimesi yer almaktadır. Yine bu kapıda sabahın ilk ışıklarında başında tacı olan bir kadın silüeti belirmektedir.
Günümüze değin gelen bu eser Türkiye için paha biçilemez bir eserdir. Bu eser şimdilerde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyona alınmıştır. Umarız aslına uygun restore edilebilir. Buraya mutlaka yolunuzu düşürünüz. Bu eseri mutlaka dünya gözüyle görerek Selçuklu’yu, Türk beyliklerini, tarihimizi ve dahası Ahlat’ta oluşan medeniyetimizin büyüklüğüne şahit olmuş olursunuz. Ayrıca bu muhteşem eseri ziyaret edecek olanların orada öğleden sonra 15.30 ila 16.00 saatleri arasında Kur’an okuyan ve namazda kıyamda duran insan gölgesinin oluştuğu zaman dilimine denk getirirlerse ziyaretlerini, kapı üzerindeki gölgenin önünde fotoğraf çektirip o fotoğrafı Mustafa Yıldırım hocamıza tabettirerek bir hatıra olarak saklayabilirler. Dünyada eşi ve benzeri olmayan, ülkemiz içinde El-Hamra değerinde olan böylesi mana ve sanat yüklü eserlerimize sahip çıkıp milletçe o eserleri korumalıyız. Çok yakında tadilatı da bitmiş olarak caminin içini de görebileceğiz. Bu şah eseri bütün herkesin ziyaret etmesini sağlayarak, tarihte ne kadar büyük bir millet olduğumuzu yakinen anlama imkânı sunmuş oluruz.